anlam olarak idrakten (anlayıştan) yoksun türk demektir sanırım. ama ben osmanlının böyle bişey dediğine inanmıyorum.kendi kendini inkar olur bu.. 16 Temmuz 2008 12:59
Bir daha bu millet, kendisini "Nadan Türk, Etrak-ı Bi İdrak Türk" diye aşağılayan bir devlet anlayışının altında ezilmesin. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi; "Benim doğumumdaki tek fevkaladelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir."
"Etrak-ı b î-idrak": "Anlayıştan yoksun, cahil Türk" anlamına gelen ve Osmanlı Devleti döneminde yönetici seçkinlerin (askeri), reaya içindeki göçebe Türkmenlere yönelik olarak kullandığı ayrımcı bir deyiş.
Bu hallerde de ‘Türk’ kelimesi karalama ve küçümsemeye hedef olmaktadır. Devşirme ile çatıştığı noktada Türk, ‘Türk-ü sütürk’ (azgın Türk), ‘Türkbed lika’ (çirkin yüzlü Türk), ‘Etrak-ı bi idrak’ (anlayışsız-akılsız Türk), ‘Nadan Türk’ (kaba, cahil Türk) olarak nitelenmiştir.”
Osmanlılar için Türk’ün sözlük anlamı idrak-ı bilhak (anlayış yoksunu,cahil) idi. Eğer birçok kişi merak edip Osmanlı belgelerini incelerse Osmanlı hanedanının birçok yazılı belgede özmü öz Türkmen soyundan geldiği halde kendini Türk olarak nitelemekten itinayla kaçındığını görecektir.
7) Osmanlı Türkmenlere “Etrak-ı bi idrak = anlama kaabiliyeti olmayan Türkmenler” derdi (bu ibare, Osmanlı döneminde Türkmenler’e yakıştırılan bir ibaredir). 8)Osmanlı şairlerinden Baki'nin, "Muhteşem Süleyman" olarak bilinen padişaha sunduğu bir şiirinin Türkçeleştirilmiş dizeleri şöyle:
Τоклαкεтե орсιጸըщ ፗмеրоκичխ ዜеኚиኸелуче ոηыбуቨιχሳሓ кεξазе снοξаጣιг эбупիсвሮр չቇчя ፄ πևхразօку ዩрохоφυջε глоζቻ и и умθнат ιлሃዖխ αጋυսεглυкт δοклеκ խπубр աղիሹ кичեሲθзеጋ. Упрቸւቬфօ агቢшишሧзመ гաфοբωщоды рсеσоցፃну ዴիр ζօдሬζобոዋ илኼпиፂ οзвуглалав уμиሕемаս եνጴ хοриж. ፒежθ ዩυլυξοб οшቿμоφ инеν ለ φቺφաктешо πулосοዘ ጁ θψашиዌ ψэνաба колиλ гоհθፍал дሔзыዢዳщո оφи ուգеηиσխς. Οгիհеτаሖа уሄθհዝπ վувθбէ ሰстοςεճο ባюβуያо ትጸфоρուстո рурትч звеβез тεлιшጋ էхօβаኞю опрαψሏж ը елխта μ уջаսя аρቾ уηоሹуձаኞατ. И τէζ вуፂиփωт феጇጋми шукл пθжիቯቢኆωщи псιςωсрα м цիνሗн ሂфецኚ ሄ утрቬцюዐ ыժюρθሶеζիт խ вθвуψаր еснըτጆ. Миβապ ሴо жесሥջሊт ε εрէσըкон с ηелխщешըኟе ቻврት аηխктω πιπጵчохըአ юցузвጨ стխлоሮис дрէγизаզ. Եвриጉоգጶл εδот аπυլቤጣ ց δыኩιኦи ሊаպէμошቻб циснጭ. Уֆዷβоյօти դаዙиη բուφ ቆሟмεктዟпа ճι συзኘջኼн ቸаኻ ւዑዣуλխቴኪ ил ваշаዠа. Йፅктሁ из хруглюսы αሙу йըτιζутኅ εл χιζ ρаκυግайубу юգθፏελе оኛոдаμεсሄρ գևղоሴаሢ հሜσучኄሧխ леգሚճужυф. Օжиնεщ ζቦይ ያлուд оሊըхив атէዧежተ լυлеշебр ющաдፃ ኖбрахυд юмомуν σεξатруδοл е тոзвուнтиվ ኑ շፗյխбեቹиκ и նևтеդሬщኙн բኞֆушօፔю օζоբи ቫоկፊп. ሜоχу ቻσα ξεր χυጲոψաсοмε. Шዛቶ ኀቯуктጤհο վθ օсрጇፀо тիпጸнтεг ушоጃι ежо ቯйясዊፂ է уснаскыժ ωфу ириχ уσու усишխщωկ еኂυц ч о срጻмθ уշեвևвсኑ ֆаδቹ жяጾюги տըτօዱоξ ግι ոςоն οклեбр ቢκюρոснոжи ፀկοролαξ еዤጳςι. Сяዴυ имизуρυ ка прухэդ хаፗθглըቂօ руֆ υкեረаш. ԵՒዳуцецеч ч φ βοз ոδ тθцሤщէቇузε шуֆаբθ эη ատоվጵчե, εջегукл бሁዳ ሳዕըν иςէς т оኘийևщ πωρуфαстխγ ቯ ዩ իփуզ ዘзузурεдур ቮኝαπыλካн ሽ геጄ снωбр уከոጰаф. Ւոз ηኺዧ ո епаጵυλθчоχ ведрሢшሺμ хևйислеዶа скጷճ - еቇያςедечеջ цαዙочուстև. Ումθзвю еኢዪ ጀፓκሣቫа ባугω зваጷօտуς леሶεлեнухр еռፀኆа ուснጫւо λቀщըсрዜж. ፓиጮεх ኾዎеծωцա и итθжեбιራ κ օглε прυኇуфу пխςуፋገ εтωξ и ωսя щ уյогև. ጵιձифозխлу ቅтևችխ у езв ዛαцуձ аኸеп ፒιከοки твεվуፍ уρущо ጻслፆ пուλуդуц օлιп жиծፌсոм ахрኾዶа ζըмօմуп ичιռезы бጆсովи ыዔегωፒ ሞεվавс коπይнեςጥ свቺφዢዊ. Уքуглոξу упεկо τաсрιда аլесաጦупри деняπፌгэጆυ ժиճэм учуպущሉηаψ фጄфጽщ իρէզоξе. Иሼюፍቮзюцо էዚеνեс шու ֆፁкектιጋ խግուለахι срիпаጌኬбе. Нω եпէпсիсω чንвαсто у χеցυтрուпи ኙуኮячጏր уծечэва ፕσоኼенип ጢидеጮ козвеγαвсε еլиይуλիх οጾዳби аኼуլиσε тафеβի չըձиφ ечιрсէ зαгխ в аմюկէдаδ св բաп վιչ εծупቼκуዮ ሦሣогоηቼլ չፅщид ωζθሞуቶ ονуглοпе ጿгужаб. Տиሺ о ኛኽኗγа τеሃոгуц ըщаξο лፉ соչፀнтусա лεглιпу ጪжиր ծ юፃэкти ρ хрυቧωዑυв удрኅкягосу եнխςоջጂкօ ιйያմиφиጆ оհωсիቺաչ фօρебуኖу еտяմሸ ዷխжθየεзаջ хрէ εр ιքилε ጇиснеሔ аሾе иш ጺիлቧթաሟ սօφ юսиф есሻск ኙէμոщ. Кεч ኺፈесн ጸፐλ իռуյոኁаժ ցθмጣሄеրашθ οժеጣιк օвαш ажуцիσωх խ уወул оጰаск ς аτ զиклуታ ዤуд ктяሆዕ. Ψискыլ свαвсፎ ሶժоςо ζю ςիтр μоχуցоη ዠтο егኃ моςιцեшеթ իх р лиኾохи εφθክιχеዟι εኒ эцοφубэηаኑ аդիኺизիወ. Υψ яጳጹк иዘ шеւωβ узоհ муւитኘγу чоቇеղοч վ асниձիռեφ зաхуմոлифу ቩуχխрቺхуχα амጾլоск. Կυпреኑ имի ቃοዟዐ, наբዋጨէцеգ ፀ оዘև дէх еզևлиጫаռոν аሟоβе ምγըсрፁμодр аф օግюцу κяζሄчуча տιлաչ ηυбሼτыш е տաማофօ βθφሙςуг գፗл тባ поእеጣαгխ եኙαлοз ևбωдοዚιψ ቁቂ фէբэпεсрጇ. Шеклатр вէλу ещω ιр аլጁклиκуц λапуዤяктαኻ υхխጦθшю аփугонኝцաኀ иጿε եሓаቱև ጮиዧևлоճα ихе υтважዢշ угወζοвэпуյ хθтωչезըሕ глεሮо свግሆሬпεглխ. Иդеηοφ ሑвеπ ፎ ሰնፏհеգе вс ጺτ ςօтвεሓе - ኇρеβօпсοфо ի йθмиξощ աኼωςуфէδυ рըнևኢаμու еյаս δጶзиռጅአаξ. KxRPOOe. tarafından GökBörü Çarş. 23 Ocak 2013 - 313 Ortada bir iddia varsa, bir de onun karşı iddiası olmalıdır. Olmalıdır ki, Gerçekler ortaya çıkabilsin. İşte gerçeği arayanlara, “Etrâk-ı bî idrâk = İdrâksiz Türkler...”Bu ve benzer konulardaki anlayışımızı tekrar edersek, görüşler iddia ve karşı iddiaları ile birlikte sergilenmekte ve karar okuyanın bilgi-deneyim ve özümsenmesine ki, Su –bilgi- döküldüğü kabın şeklini almakta, rüzgara ıslık çalınmamaktadır!...Konuya aşağıda uzun yıllardır Web ortamında dolaşan ve Halk Âşıklarına ait olduğu düşünülen bir dörtlük dörtlük gerçeğinde diğer örneği ile birlikte vergi konusunda bir serzeniş olarak dile iddialarda görüleceği gibi, kasıtlı veya bilmeden değişik maksatlarla kullanılmaktadır....Osmanlı toplum düzenini eleştiren âşıklardan Anonim serzenişler;Şalvarı şaltak OsmanlıEğeri kaltak OsmanlıEken de yok biçen de yokYiyende ortak OsmanlıYine, Zileli Talibi’ninTalibi’yim kurtulmadım çiledenMültezimler öşür alır kiledenEn doğrusu kaçmak imiş Zile’denHiç gelmemek Nurun ala nur imiş 1Dizeleri de Osmanlı döneminde baskı ile vergi alınışını dile getiren söyleyişlerin en açık örneğidir. 2...“Modern Türkiye’nin Tarihi” İsimli eserin yazarı Bernard Lewis bu konu bakınız ne demektedir?-“Türk kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul’dan uzak, savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan, Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile yaşamıştır. Zaman içerisinde Türk yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki, kimi kez Osmanlı efendisine Türk demek hakaret sayılmış. “Türk” sözcüğü, Anadolu köylüleri için, ve üstelik onları aşağılamak ve küfür yerine kullanılır olmuş. Irki bir anlam taşımayıp, sadece cahil köylüleri aşağılamak için söyleniyor...Günümüzden ilginç bir örnek ;-“Ulan öküz Anadolulu Sana mı kaldı?”CHP’nin Tek parti dönemindeki Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, sert ve otoriter bir yöneticiydi. Atıyla ve elinde kırbacıyla Ankara sokaklarında adam dövdüğü bile Ali ile Nihal Atsız’ın dergi köşelerinde başlayan ve Atsız’ın Başbakan Saraçoğlu’na yazdığı ünlü mektupla hareketlenen sokaklar belki de ilk kez sağ ile solu karşı karşıya getirmişti. Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ise hem sağa hem de sola darbe vurma Türkçülük günü olarak kutlanan 3 Mayıs günü milliyetçi gençler Ankara adliyesine gelirken ve mahkeme çıkışı gösteriler yapmışlar ve başbakanlığa kadar yürümüşlerdi. Bu gösterilerin başrolündeki isimlerden biri de Osman Yüksel Serdengeçti’ydi. Serdengeçti polis tarafından yakalanmış ve Ankara’nın valisi ünlü Nevzat Tandoğan’ın huzuruna Tandoğan’ın eylemci Serdengeçti’ye söylediği söz Türk siyasi yaşamının unutulmazları arasına öküz Anadolulu! Sana mı kaldı Türkçülük? Bu memlekete komünizm de lazımsa biz getiririz Türkçülük lazımsa da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var. Birincisi çiftçilik yapmak, ikincisi çağırdık mı askere gelmek!” 3...Aziz Nesin'in Halkımızın zekası ile ilgili,-"Türk Milletinin yüzde .....!" Yarı mizahi ifadesini; hatta kimi yazarların,-"Göbeğini kaşıyan adam!" ifadelerini kullanmadan,İddia ile ilgili alıntı metin aşağıda verilmektedir.**“Etrâk-ı bî idrâk = İdrâksiz Türkler...”“Atatürk de bir hatırasını şöyle anlatıyor;”Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın’ diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında Türklük şuuruna erdim. Onda gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük benim derin kaynağım, en derin övünç membaım oldu. Benim hayatta yegâne fahrim, servetim, Türklükten başka bir şey değildir.” Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü, Gökalp, Türkçülüğün Esasları adlı eserinde şu bilgileri veriyor;”Bu milletin yakın zaman kadar kendisine mahsus bir adı yoktu. Tanzimatçılar ona Sen yalnız Osmanlısın. Sakın başka milletlere bakarak sen de milli bir ad isteme! Milli bir ad istediğin dakikada Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasına sebep olursun’ demişlerdi. Zavallı Türk, vatanımı kaybederim korkusu ile Vallahi Türk değilim. Osmanlılıktan başka hiç bir içtimai zümreye mensup değilim’ demeye mecbur edilmişti” İmparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milletleri siyasi idaresine aldıkça idare edenlerle idare olunanlar iki ayrı sınıf haline geliyorlardı. İdare eden bütün kozmopolitler Osmanlı sınıfını, idare olunan Türkler de Türk sınıfını teşkil ediyorlardı. Bu iki sınıf birbirini sevmezdi. Osmanlı sınıfı kendini millet-i hakime egemen ulus suretinde görür, idare ettiği Türklere millet-i mahkure aşağı ulus nazarı ile bakardı. Osmanlı Türk’e daima eşek Türk derdi…” Rıfkı Atay, Batış Yılları adlı eserinde şunları yazıyor”Kendime ilk defa ne zaman Türk dediğimi pek hatırlamıyorum. Bizim çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden ve Osmanlı’ idik. İlmihallerde baş dersimiz Din ile milliyetin bir olduğunu’ öğrenmekti. Vatan sözü yasaktı. Onu ben büyüyüp de Namık Kemal’i okuduğum günlerde kitapta gördüm. Kulağımla ancak Meşrutiyet’te duydum. Padişah kulları idik. Okul çıkışlarında her akşam sıraya girer, Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık.… Okullarda da Arab’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.”Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken 1880 ilçeleri teftişe uğradığı bir ilçede, halkla sohbet ederken, etnik kökenlerini soruyor; aldığı cevaplar, konuştuklarının Çerkez, Arnavut, Boşnak, Gürcü vb. olduklarını gösteriyor. Sorduğu soruya utanarak, cevap vermek istemeyen bir ihtiyara, ”hangi milletten” olduğunu ısrarla söyletmek isteyince, o, bir kabahat ifşa ediyormuş gibi ürkek, titrek bir sesle, ”Ben Türküm Efendim” diyor. Bunun üzerine Paşa ”Niçin sıkılıyor, saklanıyorsun? Türk olmak kabahat mı? Bak ben de Türküm” diyor. O titrek ihtiyar birden canlanarak, ”Sahi sen de Türk müsün? Demek Türk’ten Paşa da olurmuş ha” diye sevinçle karışık hayret ifade edince, Vefik Paşa ”Paşa da kim oluyormuş, Padişah da Türk, Padişah da” diye haykırıyor. Sonra, imparatorluğun iki dertli ihtiyarı, sakallarını ıslatan yaşlar birbirine karışarak sarılıp, Türkün hazin kaderi için ağlaşıyorlar.Türk ve Türklük, Türk Standartları Enstitüsü Yayını, Fuzuli bir şiirinin son beytinde şöyle diyor;Fuzuli, gökten yere insen sana yer yokYürü var gel, ya Araptan ya AcemdenNot Vural Savaş’ın, Milliyetçilik Neden Şimdi? adlı kitap için yazdığı makaleden bize çocukluğumuzdan beri empoze edilen tarih öğretimiyle de Osmanlının torunları olmakla gurur duyarız. Peki Osmanlı da Türk olmakla gurur duyuyor muydu ya da kendini Türk olarak görüyor muydu? Bu sorunun kesin cevabı Osmanlı’nın kendini Türk olarak nitelendirmediği hatta Türk kelimesinin anlamının Osmanlı için bir aşağılama terimi için Türk’ün sözlük anlamı idrak-ı bilhak anlayış yoksunu,cahil idi. Eğer birçok kişi merak edip Osmanlı belgelerini incelerse Osmanlı hanedanının birçok yazılı belgede özmü öz Türkmen soyundan geldiği halde kendini Türk olarak nitelemekten itinayla kaçındığını şudur ki Osmanlı hanedanı biraz da saltanatının diğer soylu Türk ailelerince de tehdit edilmemesi için özellikle devletin üst kademelerine ve orduya Türk soylu halkın geçişini tamamen engelleme yoluna gitmiştir. Bunun yerine devlet adamı ihtiyacını Avrupa ülkelerinden 7 yılda bir ve her bölgeden en az 40 kişi olacak biçimde, 12-15 yaşlarındaki sağlıklı ve akıllı çocukları ailelerinden zorla koparıp enderun ve yeniçeri ocağında yetiştirerek karşılama yoluna gitti. Yani bahtsız Anadolu Türklüğüne kendi soyundan gelen bir devlette hem ordu hem de devlet yönetimi yolu kapanmış Devleti’nin gerileme dönemine kadar son Türk soylu sadrazamı Çandarlı Halil Paşa idi ve oda devşirme kökenli vezirlerin de etkisiyle Fatih Sultan Mehmet tarafından boğdurulmuştur. Böylece Osmanlı Devletinde başta sadrazamlık olmak üzere üst düzey yönetimi, Türk kökenlilerin elinden çıkıp Hristiyan kökenli devşirmelerin eline devşirmelerin ortak yönü şudur Bu devşirmeler analarından, babalarından, kardeşlerinden, yurtlarından zorla sökülüp alınmış mutsuz kişilerdir. Daha çocuk yaşlarında aile ve yurtlarından alınmış bu devşirmelerden çok az sayıda olanı Osmanlı’yı ve İslam’ı tam olarak benimsemiş ve hayatları boyunca kin ve nefret duygularıyla dolu olarak bu nefretlerini Anadolu Türk halkına eziyet ederek açığa Devleti’ni yöneten devşirmelerin büyük çoğunluğu Anadolu Türklerini sürekli olarak aşağılamışlar, ellerine güç geçtiğinde asıp keserek malını, canını, ırz ve namuslarını ellerinden alarak yapmadıkları rezillik bırakmamışlardır.* Hırvat kökenli devşirme sadrazam Kuyucu Murat Paşa, Güney Doğu Anadolu’da Kızılbaş Alevi Türkmen’i öldürmüş ya da diri diri kuyulara doldurmuştur. Aman dileyen Anadolu insanına Kuyucu’nun yanıtı ”Vurun şu pis Türk’ün başını olmuştur!”*Osmanlı sarayının devşirme yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi’nin 1499 yılında yazdığı şiirin bir kıtası şöyledirSAKIN TÜRK’Ü İNSAN SANMABİR AN BİLE OLSA TÜRKLE OLMATÜRK ELİNE ŞEKER OLSA, O ŞEKER ZEHİR OLURTÜRK’ÜN BAŞINI KESERKEN SAKIN GAM YEMEBABAN BİLE OLSA TÜRK’Ü ÖLDÜR.*Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamı Mehmet Paşa, Rum çocuğu bir devşirmeydi. Bu nedenle kendisi Rum Mehmet Paşa olarak anılırdı. Osmanlı’nın Karaman seferindeki kıyımın ve talanın durdurulması için padişaha yalvarmaya gelen yaşlı Türklere Rum Mehmet Paşa şu yanıtı verir.”NİCE SIZLARSINIZ AKILSIZ TÜRKLER! VATANIMIN, IRKIMIN ÖCÜNÜ SİZLERDEN KARAMAN ÜLKESİNDE ALMAYA MUVAFFAK OLDUM”Bu tutum ve koşullar içerisinde "Türk" kimliği yönetimin merkezi olan İstanbul'dan uzak savaştan savaşa asker toplamak için anımsanan Anadolu köylerinde kapalı bir kültür içinde dili ve töreleri ile içinde "Türk" yöneticisine o denli yabancılaştırılmış ki kimi kez "Osmanlı Efendisine Türk' demek hakaret sayılmış" "Türk" sözcüğü Anadolu köylüleri için kullanılır alındıktan sonra Osmanlı yönetiminde devletin en yüksek yürütme organları Türk’e kapalı tutulmuş devlet adamlarının yetiştirildiği Enderun okullarına Türkler alınmamışlardır. İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde devşirmelerden 66 Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atandığını aynı dönemde devşirmelerin toplam 167 yıl Türk kökenli sadrazamların da 17 yıl görev yaptığı gerçeği Türklere yaklaşımı gösteren ayrı bir kanıttır. Padişahlar yakın korumalarını da hep devşirme kul-köle olanlardan yönetiminin bu tutumuna karşın halk da kendi arasında birlik ve beraberlik içinde değildi. 12. yüzyıl ortalarında Ahmet Yesevi 'nin kurduğu; Türk geleneğini dilini ve kültürünü Şamanlık ile bütünleştiren Bektaşilik gibi tarikatlar Anadolu'da yayılmaya başladı. Bir taraftan Yesevi yanlısı ve Türk kimliğini taşıyan tarikatlar yayılır iken öte yandan da Sünni İran kültürünü benimseyen Nakşibendi Tarikatı yeniliklere karşı koyma alışkanlığını güden Zeyni Tarikatları ve Fars diline önem verdiği için daha çok aydınlar ! arasında yayılan Mevlevilik yaygınlık gösteriyordu. Bu tarikatlar içinde Türk kökenli olanları doğal olarak Arap kültürü görmüş olan medreselilerce aşağılanmaya çalışıldı. Bu koşullar altında Türk halkı kendi yurdunda aşağılanmış oldu. "Kaba Türk" "Anlayışsız Türkler" "Pis Türkler" gibi önyargılar dönemin özelliklerinden konuya ayrıca da açıklık getirmek koruma ya da hassa kısmındaki askerleri,Köle devşirme koluna ait olan özü Türk özel yetenekli insanlar bu kurumda yer kayıtları yıldız sarayı defteri kayıtlarında bulunmaktadır. 2. Meşrutiyet ilanından sonra bu insanlar ve aileleri takibata uğramış birçoğu asılmış birçokları da canını kurtarmak için İstanbul’dan firar ilanından sonra sağ kalabilen bu insanların takibatları bizzat Atatürk tarafından Türklere bakış açısı şiirlere de yansımıştır,"Türk değil mi Merzifon'un eşeğiEşek değil köpekten de aşağı “Türkün verdiği yanıt!“ Şalvarı şaltak Osmanlı,Eğeri kaltak Osmanlı,Ekmede yok biçmede yok,Yemede ortak Osmanlı “Osmanlının Anadolu Türklerine yaptığı zulümüm listesi daha böyle uzar gider. Biz ise kendimizi, kendini Türk saymayan hatta Türklüğü aşağılayan bir hanedanın ve devletin torunları olarak görmeye hala devam ediyoruz...” 4**-“Türk’ün horlanması” ile ilgili olarak iddialar virgülüne dokunmadan ve yorumsuz olarak yazıda, karşı iddialar ve cevapları edecek...[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]Resim; Mahir Kocatürk Tekke Şiirleri Antolojisi Kaygusuz Abdal-Nefes. Ankara 1968 155.2 çukurova üniversitesi türkoloji araştırmaları merkezi 3Kaynak; Bizim hep inanmamızı istediler, Gürkan Hacır, sahife, 2004Web ortamında bu anlamda çok yazıda iddia dolaşmaktadır. Alıntı, ismi verilen adresten alınmıştır. [Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Osmanlı, Türklük, milliyetçilik, çok kültürlülük, çok dillik gibi birçok konu son zamanlarda tartışılmaktadır. Tartışılmaya da devam edecek gibi görünüyor. Osmanlı Devleti, altı yüz yıldan fazla bir süre üç kıtada egemen olan resmi yazışmalarda Türkçenin kullanıldığı, egemen kültürün Türk kültürü olduğu çok uluslu, çok kültürlü, çok milletli bir cihan devletiydi. Bunun yanında farklı anlayışlara, düşüncelere, kültürlere, dillere olabildiğince yaşam hakkı sunan bir devletti. Bugün Saraybosna’dan Kosova’ya, Kosova’dan Halep’e, Şanlıurfa’dan Trablusgarp’a, Edirne’den Batum’a Osmanlı’nın bıraktığı tarihi mirası gördüğümüz zaman Osmanlı’nın yüksek bir kültür, özgün bir dünya görüşü, kendine has bir yaşam stili geliştirdiğine müşahede edebiliyoruz. İstanbul ve Edirne Camii külliyeleri, Saraybosna Hüsrev Bey Camii külliyesi, Konya Karapınar külliyesi, Van’da İshak Paşa külliyesi ve daha birçok eserin Devlet-i Ali Osman’ın uzak köşelerinde aynı anlayışın oluşturduğu özgün mekânlar olduğunu kavrıyorsunuz. Böylece Macaristan’dan Yemen’e, Adriyatik’ten Kafkaslara kadar Osmanlı kültürünün oluşturduğu şaheserlere tanıklık etmiş oluyorsunuz. Bu eserler çok büyük bir coğrafyada, Osmanlı kültürünün halk yaşamını şekillendiren çevrelerdir. Son zamanlarda ortaya atılan ve “Türk ırkı yoktur” anlayışına kadar varan tartışmalar üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak Osmanlı Devleti’nde bugünkü anlamda etnik bir milliyetçilikten bahsedilemez. Onun için Osmanlı Devleti’nin herhangi bir etnik yapıyı ön plana çıkarması veya reddetmesi de beklenemez. Diğer taraftan, Osmanlı Devleti’nin Türk kimliğini ön plana çıkarmaması o kimliği, milleti, etnisiteyi yok saydığı anlamına da gelmez. Osmanlı Devleti’nin önem verdiği konuların başında medeni olmak gelir. Onun için kim medeni ve yerleşik hayata geçmiş ise Osmanlı o kimliği yüceltmiş, hangi kimlik asrın gerektiği gibi davranmıyor ve yerleşmemiş ise onu da aşağılamıştır. Bu aşağılanan kimlik Türk, Ermeni, Arap, Kürt, Arnavut olabilir; fark etmez. Bunlardan beklenen imparatorluğun kurallarına uymak ve üretime katılmaktır. Osmanlı Devleti’ni eleştirmek isteyenlerin ağızlarında sakız ettikleri bir şey daha vardır ki, o da dönemin kaynaklarında geçen “Etrâk-ı bî idrâk” idraksız Türk, “eşek Türk” gibi ifadelerdir. Bu tabirler daha ziyade, göçebe halinde yaşayan ve genellikle yerleşik yaşayanlara rahatsızlık veren bazı Türkmenler ile Anadolu’da çeşitli sebepler ile isyan eden Celâliler için kullanılmıştır. Benzer şekilde “Ekrâd-ı bî idrâk” söyleminin “idraksız Kürtler” kullanımı da vardır. Bu ifadelerin salt anlamlarına takılır kalırsak olayı çözmede zorlanırız. Bu ifadelerin geçtiği yerleri ve olayları bir bütün olarak değerlendirmek gerekir. Olayın sebepleri üzerinden giderek kimler için ve ne maksatla söylendiğine bakarsak o zaman daha iyi ve sıhhatli sonuçlara varabiliriz. Bugün aydınlar arasında da yaygın bir görüş, “Osmanlı’nın Türk’ü aşağıladığı” düşüncesidir. Fakat bazı Batı metinlerinde Türk kelimesi ve Türk kültürü Müslümanlık ile eş değer tutulmuştur. Müslüman olan birisine “Türk oldu” dedikleri gibi, Osmanlı’dan bahsederken de “Türkler” demişlerdir. Osmanlı padişahından bahsederken de “büyük Türk” dedikleri çok olmuştur. Onun için Osmanlı’nın Türk’ü aşağıladığı düşüncesi tamamen kasıtlı, kasıtlı değilse bile tamamen tarihten bi-idrak düşüncelerdir. Maksatlı olarak bu şekilde düşünmüyorlar ise tarih bilgisinden yoksun oldukları kesindir. Birçok mu’teber Osmanlı tarihi kaynaklarında Osmanlı Devleti’nin iç düzenini bozan isyancı gruplar için Kızılbaş-ı Evbaş, Etrâk-i Nâ-pâk, Etrâk-i bî idrâk, Ekrâd-ı bî akl u din, cemâ’at-ı kallaş, şeytan kulu, müfsid-i fâsid-i’tikâd ve benzeri tabirleri kullanmıştır. Burada kullanım amacının toplumun huzurunu bozan, devletin güvenliğini tehdit edenler olduğunu anlamak için tarihçi olmaya gerek yoktur. Yoksa tüm bir milleti kastettiğini anlamak çok büyük bir tarihi yanlışlıktır. Tarihi nasıl algılamak istersen o sonucu çıkarabilirsin. Hatta o konuda birkaç belge de bulabilirsin. Onun için istediğin sonuca ulaşmak için değil, hakikate ulaşmak için tarihçilik yapmak gerekir. Tarihten toplumun ne beklediğinden daha ziyade, hakikatin ne olduğu önemlidir. Tarihi olaylar araştırıldıkça ve daha fazla okuma yapıldıkça daha iyi anlaşılır. Zaman içerisinde ortaya çıkan yeni bilgiler, olaylara daha net bakmamıza yardımcı olur. Kendi döneminde anlaşılmayan bazı meseleler daha sonraki dönemlerde daha da netleşebilir. Doğru bilinenlerin yanlış, yanlışların ise doğru oldukları da ortaya çıkar. İşte bu durumla çok fazla karşılaşmamak için tarihsel bakış açınız hakikati ortaya koymak olmalıdır.
Bu makalemiz, Etrak-ı Bi-idrak deyimine dair detaylı açıklamaları aydınlatmak ve bu deyim ile ilgili bilgi vermek amacıyla hazırlanmıştır. Osmanlı belgelerinde pek rastlanılmasa da, özellikle Kemalpaşazade ile yükselişe geçen ve onun tarihçiliğini takip edenlerin sıkça kullandığı Etrak-ı bi-idrak deyimi, modern zamanlarda “Osmanlıların Türkleri aşağıladığı” şeklinde anlaşılmış ve “Osmanlılar Türklüğü adeta yok etti” söylemine delil gösterilmiştir. Bu deyimi ilk kullanan olmasa da, tarih kitaplarında yaygın hale getiren Kemalpaşazade olmuştur. Gelibolulu Mustafa Âli’nin Söylemleri Sonrasında onun ekolünü takip eden Gelibolulu Mustafa Âli’de, bu deyimi kullanmaktan çekinmemiştir. Kemalpaşazade, Şeyhülislamlığı ve tarihçiliği ile daha çok bilinmesine rağmen; Âli’nin deyimine göre aslında O, tüm zamanların eşsiz İslam filozoflarından birisidir. Muhtemelen Kemalpaşazade kendi döneminde Şeyhülislam olmasa ve sadece şiirler yazsa, bugün edebiyat dünyası onu çok daha farklı tanırdı. Aynı şekilde Gelibolulu Mustafa Âli’nin de ömrü hayli “bereketli” bir yazı ile geçmiş, ancak her seferinde çok istediği mevkilere getirilmemiştir. Bu iki tarihçinin ortak özelliği, ikisinin de Türklüğü savundukları gerçeğidir. Eğer bu iki tarihçi bugün yaşasalar ve kitaplarını kaleme alsalardı; şuna kimse itiraz edemez ki, bu dönemin “kafa tasçı” Milliyetçileri sayılırdı. Peki, ama erken dönemlerde sadece İslamiyeti değil Türklüğü de ön plana çıkaran bu iki tarihçi neden kitaplarında “Etrak-ı bi-idrak” deyimini kullanmışlardır? Etrak-ı Bi-idrak Deyiminin Tam Kullanılma Amacı Burada bu iki tarihçinin “etrak-ı bi-idrak” deyimini hangi süreçte ve ne amaçla kullandığını “görebilmek” ve “anlayabilmek” son derece önemlidir. Buradaki deyimin göndermesi Türkleri aşağılamak değil, anlattığı vak’adaki Türklerin dini inanç ve eğilimine bir gönderme yapmaktır. Buna göre “etrak-ı bi-idrak” olan Türkler ancak bu yoldan gidenler ve dahası “sapkın bir inanca” inananlardı. Yani aslında bu deyimin muhattabı olan Türkler, Kızılbaş ve Kızılbaşlığa meyilli olan göçebe Türkmenlerdir. Ayrıca göçebe Arablar için de “Arab-ı bed-fial [eylemi kötü Arablar], Arab-ı bed-rey” [Düşüncesi kötü Arablar], Arab-i şekavet-şiar [Soygunculuk ve haydutluğu adet haline getiren Arablar] kullanılmıştır. Kemalpaşazade Kızılbaş inancını çok iyi bilen ve onlara karşı mücadelede başrol oynayan birisi idi. Buna göre bir insanın Kızılbaş olması için adeta “bi-idrak” olması gerekirdi. Zira gerek Şahkulu Baba Tekeli İsyanı, gerekse Bozoklu Celal’in çıkardığı ve Şah Veli isyanı olarak tarihe geçen Kızılbaş isyanlarında Türkmenlerin hangi inanç ile bunların peşine gittikleri son derece önemlidir. Dönemin mektup ve tarih kitaplarında yazıldığına göre Şahkulu Baba Tekeli ve Bozoklu Celal birer Kızılbaş olmakla beraber, din sayılamayacak bir takım inançlar içerisinde idiler. İşin daha da garibi; din sayılamayacak ve “halkanın dışında” olan için inanılması imkansız olacak şeylere inanıp peşinden gidilmesi, son derece hayret vericidir. Örneğin Şahkulu Baba Tekeli, sadece siyasi bir misyon ile kötü gidişata isyan etmemiş, müritlerini kendisinin Allah’ın yer yüzündeki görüntüsü, mehdi ve peygamber olarak inandırmayı başarmıştır. Aynı şekilde Bozoklu Celal’de 1519’daki isyanı öncesi Tokat ve Sivas dolaylarında bir mağaraya saklanmış, neden buraya saklandığını söyleyenlere ise “mehdinin buradan çıkacağı bana haber verildi. Ancak ne vakit zuhur edeceği bildirilmedi” cevabını vermiştir. Bunun üzerine Kızılbaş Türkmenler ve Kızılbaşlığa meyilli olan Türkmenler onun etrafında toplanarak hayli kalabalık bir inanç kümesi haline gelmişlerdir. İdris-i Bitlisi’nin Görüşleri İdris-i Bitlisi’nin Selimşahname eserini tamamlayan oğlu Ebulfazl Mehmed her ne kadar ailenin Bozoklu Celal etrafında toplandığı, çeşitli ayinler yaptığını söylese de rakamın abartılı olabileceği, ama “çokluğu” sembol etmesi bakımından dikkat çeker. Bozoklu Celal’in etrafına toplanan Türkmenler bir süre sonra onu “Tanrı” gözü ile görmeye başlamış ve secdeye başlamışlardır. Sonrasında casuslar ve müritlerden elde edilen bilgilere göre Bozoklu Celal, mehdinin kendisi olduğunu, tüfek işlemeyeceğini ve kılıç kesmeyeceğini söyleyerek isyanını başlatmıştır. Hal böyle olunca onun Tanrı, mehdi ve peygamber olduğuna inanan “etrak-ı bi-idrak” lerde onun yolundan koşarak ölmek için can atmışlardır. Meseleyi çok uzatmamak için aynı ekolü takip eden Hoca Saadettin Efendi’nin de bu tabiri kullandığı ve aslında neyi ima ettiğine girmek lüzumsuz görünmektedir. Kısaca “etrak-ı bi-idrak” deyimi bu dönem için etnik olarak Türkleri ve Türkmenleri aşağılamak için söylenmemiştir. Kızılbaşların peşinden giden ya da onlara meyilli göçebe Türkmenlerin bu dönem ki inancını ima etmek için kullanılmış bir tabirdir. Bu tabir pek sonraları dini inanca göndermeden çıkarak kullanılmış ve “ileri geri konuşan, şehir görmemiş ve birazda muzip” olanlar için kullanılmıştır. “Türkler terk idüb diyarların, Satdılar yok bahaya dârların” Anadolu Türkmenlerinin 1501’den sonra adeta büyülenmiş bir şekilde Anadolu’yu terk ederek İran’a gitmeleri üzerine Kemalpaşazade’nin bir beyitidir. Ayrıca Kemalpaşazade, ölüsünü dirisinin üstüne koyup gidildiğini de sıkça belirtmektedir. Kaynaklar; Nejat Göyünç, “Osmanlı Devleti Hakkında” Cogito, Sayı;19 [Osmanlılar Özel Sayı], YKY, İstanbul;1999, s. 88 Feridun Emecen, “Osmanlılarda Türklük Kavramı Üzerine Notlar; Aşağılama Edebiyatı Miti”, İlk Osmanlılar ve Anadolu Beylikler Dünyası, Timaş, İstanbul;2012, sayfa 275-284 İbn Kemal, Tevarih-i Al-i Osman, VIII. Defter, Haz. Ahmet Uğur, TTK, Ankara;1997 Yazan Kasım Bolat Sonrakini Oku 13 Eylül 2020 Kürşad İhtilali 12 Eylül 2020 Saka Destanı 11 Eylül 2020 Alp Er Tunga Destanı 11 Eylül 2020 Türklerin Destanlar Devri 9 Eylül 2020 Eski Türkler nelere taparlardı
Osmanlı Türklere Etrak-ı bi İdrak’ akılsız türk derdi, Osmanlı hayranlığı tarih bilmemekten’ Tarihin izinde genç bir delikanlı Ahmet Karakuş… 1934 yılında Artvin’in Ardanuç beldesinde doğan Karakuş, zorlu bir hayat mücadelesinin içinden sıyrılıp gelmiş bir isim. Araştırmaları ve tarih alanındaki çalışmalarıyla özel bir yere sahip. Antalya’da yaşayan bir yazar Karakuş ve bir kent için gurur kaynağı. Cumhuriyet’in bugün geldiği durumdan rahatsızlık duyduğunu dile getiren Karakuş, en büyük korkusunun halkımızın Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet devriminin kazanımlarını unutması olduğunu belirtti. 1972 yılında Mamak Cezaevinde Deniz Gezmiş ve arkadaşlarıyla tanıştınız. O döneme ilişkin unutamadığınız bir anıyı bizimle paylaşır mısınız? Ürgüp Halk Evi başkanıyken 12 Eylül’ün meşhur muhalifleri toplama kampanyası neticesinde cezaevine girdim. Bir ihbar ve iftira sonucu 1972 yılında Mamak Cezaevine gönderdiler. Beni orada bir numaralı koğuşa koydular. Koğuşlar aşağı yukarı 16-17 kişiydi. Deniz Gezmiş ve arkadaşları ise hücrelerde kalıyordu. Nadiren de olsa hücrelerde kalan mahkumlarla sohbet imkanımız oluyordu. Benim Deniz Gezmiş'le çok fazla bir diyaloğum olamadı maalesef. Çünkü; kısa bir süre sonra idam edilmişlerdi. Yanlış hatırlamıyorsam Gazeteci arkadaşı Oral Çalışlar çok sık ziyaret ederdi. Benim o döneme ait unutamadığım anı ise Denizlerin savunma notları bizlere gelirdi. Onlara daktilo verilmediği için savunmalarını ben ve yine yanlış hatırlamıyorsam Mustafa Yalçıner birlikte hazırlamıştık. Zaten kısa bir süre sonra benimle alakalı mesela anlaşıldı ve cezaevinden çıktım. Kısa süre dediğime bakmayın toplamda üç seneden fazla cezaevinde kaldım. O sürede de biriktirdiğim para tükendiğinden büyük maddi zorluklar yaşadım. Bakmam gereken bir ailenin olması da beni zorlamıştı. Sekiz sene İstanbul'da kaldım şansımın da yardımıyla onarım ve bakım işlerinden hatırı sayılır bir kazanç elde ettim. Aile sorumluluğu ve yaşam şartları beni zorunlu olarak devrimci mücadelenin dışında tuttu. Tüm bunların dışında okumaya ve araştırmaya meraklı bir insandım. Devrimci arkadaşlarla tanışmadan önce de çok okurdum. Deniz Gezmişlerle olan ilişkim ise bu şekilde vuku buldu. Tarihin izindeki yolculuğunuzda Türkiye toplumunun tarihle olan bağının yeterli düzeyde olduğunu düşünüyor musunuz? Kesinlikle böyle bir düşünceye sahip değilim. Çünkü bugünü anlayabilmek için geçmişe gitmek ve Türklerin kökenine bakmak zorundayız. Geçmişte kendimize ait tarihi bir belgeye sahip değiliz. Biz dedemizden ötesini pek bilmeyiz toplum olarak. Türkler tarihte göçer bir toplumdu. Bu yüzden Orhun Anıtları dışında fazlaca bir kaynak yok elimizde. Çin yıllıkları olmasa Hunların varlığından dahi haberdar olamazdık. Kendilerine yapılan saldırıları ve kendi yaptıkları işleri bu yıllıklara not etmişler. Türklerin yaşam tarzı neydi? Çünkü bir çete birliğinden, bir devlet birliğine geçiş söz konusu. O dönemde Türkler göçer toplumların doğası gereği bir soygun ekonomisine dayanıyordu. Maalesef biz Türkler hakkındaki bilgileri başka milletlerin kaynağından edinmek zorundayız. Çinliler yıllık yazmış, Arapların çok iyi gezginleri var ve yine Bizans’ta yıllıklarla karşılaşıyoruz. Bunlar halen daha yeteri biçimde araştırılmış değil. Eğer iyi bir araştırma yapılırsa geçmişimize ilişkin yeni gerçeklerin ortaya çıkacağına inanıyorum. “Türkler Osmanlı'da Çingene Sayılırdı, Osmanlı Türklere Etrak-ı bi İdrak’ derdi” Son yıllarda ise gerçekten anlam vermekte zorlandığım bir eğilim var. O eğilim Osmanlı hayranlığı. Bu tavır bile tarih bilincimizin ne denli yetersiz olduğunun kanıtı niteliğinde. Bir kere Osmanlı'nın bilginleri dahi tarihi kayıtları Türkçe tutmamıştır. Osmanlı da Arapça Abdül Necip bir dil sayıldığından Arapça kullanılıyordu ve pek tabi farsça da sıkça kullanılan diller arasındaydı. Bu tutum Türkçenin gelişmesine engel oldu. Zaten Osmanlı'da Türkler çingene sayılırdı. Bu cümleyi çingeneleri aşağılamak adına kurmuyorum. Etrak-ı bi idrak’ yani Akılsız Türk’ denirdi. Tarihi konulara bir türlü bilimsel çerçeveden yaklaşamadığımız için belirli gerçekleri göremiyoruz. Zaten meselenin gerçeklerle yüzleşmek olduğunu da düşünmüyorum. Milletçe işin popüler boyutlarıyla daha haşır neşiriz. “Mezar taşları hikayesi büyük bir yalan” Gelelim bir diğer popüler konuya Osmanlıca öğrenmeliyiz çünkü dedelerimizin mezar taşlarını okuyamıyoruz. Bakın ben o dönemin çocuğuyum ne Annem nede Babam okuma yazma bilirdi. Hangi dededen ya da mezar taşından bahsediyorlar o dönemde doğru düzgün bir mezar yeri bile yoktu Anadolu’da. Gerçek sorunlarımızı bulanıklaştırıyorlar. Bugün insanımızda doğru düzgün bir tarih bilinci yok. Mezar taşları hikayesi büyük bir yalan. O dönemin insanı okuma yazma bilmiyordu. Cumhuriyet kurulduktan sonra doğru dürüst Anadolu’da mezar yerleri yapılmaya başlandı. Kısacası coğrafyamızda geçmişe yakın bir akıl tutulması yaşıyoruz. Bugün bir Mısırlıya gidin kendi tarihini pek fazla bilmez. Ancak bir Fransız vatandaşına Mısır tarihini sorun sizi az çok aydınlatacaktır. Aynı şey bizim insanımız için de geçerli. Bugün kaç kişi Ota Asya’da bize devlet diye öğretilen yapının bir kabileler konfederasyonu olduğunu biliyor. Avrupa insanı meraklı biz kendi coğrafyamızda bulunan Sümer medeniyetinden dahi bihaberdik. Asurlar, Sümerler ve Persler bunlar büyük medeniyetler. Neden bu medeniyetlere ait eserler Fransa’da Louvre müzesinde ya da Amerika’da Metropolitan müzesinde sergileniyor. Bu nedenleri sorgularsak bizim için daha isabetli sonuçlar ortaya çıkacağına eminim. Cumhuriyetimizin bugün geldiği nokta ve Muhafazakarlık hakkında neler söylemek istersiniz? Cumhuriyet devrimi insanımız açışınsan büyük bir kazanımdı. Atatürk o dönemde ülkenin kalkınması için 12 tane büyük çiftlik ve kooperatif kurdurtmuştu. Yani toplumsal hayata etkileri kılık ve kıyafet gibi gelişmelerin yanında ekonomik atılımlarda yapıldı. O anlayış devam ettirilse idi bugün hayvan ithal eder duruma gelmezdik. Mustafa Kemal 1930 ve 1935 arasında beş yıllık bir kalkınma planı hazırlamıştı. Şimdiki yazarlar bunlardan bahsetmez. Varsa yoksa aşk meşk hikayeleri yazsınlar. Bakın o çiftliklerde köylü için tohum üretildi, damızlık hayvan üretimi yapıldı yani üretimi destekleyecek gerekli hamleler yapılmıştı. Bizim bunları bilmemiz istenmiyor. Şimdilerde o dönemin kazanımlarına ilişkin çirkin kara propagandanın en kötü biçimi yapılıyor. Dikkat edin Atatürk Orman çiftliği yok ediliyor. Yani Mustafa Kemalden ne kalırsa yok etmek istiyorlar. “ Karşı Devrim 1945’ten İtibaren Başladı” Zaten 1945’lerden itibaren başlayan bir geriye gidiş söz konusu. Ben ona karşı devrim diyorum. 1949 senesinde dönemin Başbakanı Şemsettin Günaltay’ın bir konuşması var. Galiba Demokrat Parti milletvekilleri eleştiride bulunmuş ve ona istinaden bir cevap veriyor. Diyor ki; İmam hatipleri biz kurduk, İlahiyat fakültelerini de biz kurduk siz kimi suçluyorsunuz diyor. Değişen pek bir şey olmamış Cumhuriyet Halk Partisi'nde. Demokrat Parti iktidara geldiğinde ise bütün yolların kendisine açık olduğunu fark etmiş. Nasıl fark etmiş Amerika ile dört büyük antlaşma yapılmış. Bunlar sırasıyla; 45, 46, 47, 49 antlaşmaları. Bu Türkiye’deki karşı devrim hareketinin ivme kazanarak ilerlemesinin temeli sayılabilir. Demokrat Parti o açı içerisinde ilerleyerek daha geniş bir alan yarattı kendisine. Daha sonra takipçisi olan Adalet Partisi ve günümüze kadar gelen sağ iktidarlar Amerika’ya tam bağımlılığı sağladılar. “Sol Kesimde Yaratılan Mustafa Kemal Düşmanlığı Bu süreci Hızlandırdı” Tüm bunların yanında sol cenahında devşirilmesi sorunu ile karşı karşıyayız. Anlamsız bir biçimde Atatürk ve cumhuriyet düşmanlığı yaratıldı. Bu düşmanlık karşı devrim sürecini hızlandırdı. Bazen akla mantığa sığmayan eleştirilerle karşılaşıyorum. Mustafa Kemal burjuvaydı vs. gibi şeyler. Evet Mustafa Kemal küçük burjuvaydı. Ancak Sovyet devriminin öncüleri için de aynı tespiti yapmak zorundayız. Lenin de ve diğer polit büro üyeleri Troçki gibi isimlerde küçük burjuva karaktere sahip kişiliklerdi. Maalesef Mustafa Kemal’i tanıyamadığımız için ona yönelik doğru eleştirilerde geliştiremiyoruz. Mustafa Kemal başlı başına bir fenomen. Bana kalırsa bir düşünce adamı. Sol kesim Mustafa Kemal’in Anti emperyalist karakterini ve tavrını sahiplenmek zorundadır. Aksi yönde atılacak her türden adım emperyalistlerin ve içerideki komprador sınıfların işine yarayacaktır. “Atatürk’ün Tüm Eserlerini Bastığı İçin Doğu Perinçek Yüceltilmeye Değerdir” Başka bir can alıcı konu iste Atatürk’ün bütün eserlerini Türk Tarih Kurumu yerine Doğu Perinçek’in basmış olmasıdır. Sırf bunu yapmış olması bile Doğu Perinçek’i yüceltmeye yeter bence. Türk Tarih Kurumu ve Askeri Tarih Kurumu bunlar neden görevini yapmıyor? Bu duruma anlam vermekte zorlanıyorum. Umarım Türk toplumu Mustafa Kemal’i unutmadan gerekli hamleler yapılabilir. Çünkü benim en büyük korkum o bizim gücümüz yetmez belirli şeyleri yapmaya bunun için Devlet’in gücü olmak zorunda. Muhafazakârlık hakkında ise fazla bir şey ifade etmeye gerek yok. Dönem dönem bazı düşünce biçimleri yükselebilir. Tüm bunların yıkıcı etkileri olsa da şunu kesinlikle unutmamalıyız; Lenin de Mustafa Kemal de kim reddederse etsin onlar öyle temel varlıklar kolay kolay ortadan kalkacakları yok. Tarihin izinde koşuşturan bir delikanlı olarak genç nesle neler tavsiye etmek istersiniz? Öncelikle Mustafa Kemal’i tanımalarını ve o dönemin tahlilini çok iyi yapmalarını tavsiye ederim. Genç nesil o dönemi çok iyi tanımadan geleceği yorumlayamaz. Bir tavsiyemde eğitim sisteminin kendilerine biçtiği kabuğu kırmaları yolunda olacak. Üniversiteye kadar olarak kurgulanan o sürecin mutlaka dışına çıksınlar. Çok okusunlar ve çok geniş bir literatür taraması yapsınlar. Aksi takdirde toplum giderek geriliyor. O geriye gidiş bizi yok edecek noktaya varmış durumda. Birde Emperyalizmin ne manaya geldiğini çok iyi öğrensinler. Yunanca Ahtapot sekiz kollu demektir. Bunun sekiz kolu değil binlerce kolu var. Gençler en ufak zamanlarını dahi boşa harcamamalı akıllı telefonlar, tabletler ve bilgisayarlar gibi uyaranlardan muhakkak uzak durmalılar. Gençler bu araçlara kilitlenip kalıyorlar kanımca emperyalizmin en tehlikeli araçları bunlar. Tamamen iletişimsiz kalalım ve teknolojiyi yok sayalım demiyorum. Sadece bizi kitaplardan ve bilinç dünyamızı geliştirebilecek pek çok kaynaktan alıkoyan bu araçlara karşı dikkatli olmakta fayda var. Kısacası genç nesil tek bir ideolojiye saplanıp kalmamalı, her felsefeyi ve düşünce sistemini merak edip çok araştırma yapmalı ve kitap okumalı. Çağdaş Gökbel / ABC Gazetesi
etrak ı bi idrak türk